29 Nisan 2010 Perşembe
14 Nisan 2010 Çarşamba
"MİTOLOJİK ÖGELERİN OLUŞMA NEDENLERİ"
Bir ulusun yaşamında derin izler bırakan doğal olaylar, savaşlar vb. halk arasında anlatıla anlatıla mitolojik özellikler kazanmıştır. Bu tür olaylar da destanları ortaya çıkarmıştır. Destanlarda mitolojik öğeler vardır. Destanlar döneminde Türkler arasında “kadın, at, bozkurt, ışık, ağaç, aksakallı ihtiyar” gibi motiflerin öne çıktığını görüyoruz. Bunlar Türklerin yaşamlarında egemen olan motiflerdir ve Türkler bu motiflere yaşamlarında ayrı bir değer ve anlam vermişlerdir, Örneğin , yol göstericidir, tanrıdır, Türk ulusunun anasıdır, Ergenekon, Türeyiş ve Bozkurt destanlarında bu görülmektedir. Destanlarda sürekli işlenen bu motifler zamanla mitolojik unsurlara dönüşmüştür.
"MİTOLOJİK TANRILARIN HİKAYELERİ"
Artemis ve Orion
Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyleki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kızkardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vaz geçirmek için çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görüncede bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'i vaz geçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.
Birgün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kızkardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilir misin?" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yıldızı olarak gök yüzüne çıkarmasını istedi. Zeus ta kızının bu arzusunu yerine getirdi.
Zeus ile Hera ve Hierosgamos
Zeus kehaneti gerçekleştirip babası Kronos'u yendikten sonra Zeus kendine yakışan bir eş arayışı içine girmiştir. Tanrıçalar arasında ağır başlılığı ve güzelliği dillere destan olan Hera çalıvermişti kalbini, o da çekiciliğine kapıldığı Hera'yı kendine eş yapmıştı. Onların aşkı da evliliği de kutsaldır. Bir bakıma evrenin birleşmesidir. Onların bu evliliği tüm ölümlülere yol gösteren bir simgedir. Tüm doğa olayları bununla bağlantılı gibidir. Doğum ve türün devamı yada mevsimler ve tabiatın varoluşu bu olgu etrafında toplanmıştır. Kutsal evlilik teması dünya üzerinde ana tanrıçadan beri var olan doğum ve bereket simgelerinin toplandığı en son şekildir. Neolitik çağda en ilkel şeklini gördüğümüz bereketi ve doğurganlığı simgeleyen ana tanrıça figürinlerindeki ana tanrıça üzerine abanmış küçük erkek figürleri çocuktan çok erkek bir tanrıçayı ve birleşmeyi simgelemekte ve bunun kutsallığını göstermektedir.
Hera alımlı ve çekici olmasına rağmen Aphrodite ölümsüzler arasında en güzeli sayılmaktadır. O ideal bir dişi ve aşkın kendisidir hem insanlar hem ölümlüler arasında bu tartışmasız böyledir. Zeus Hera'ya aşıktır ama ne de olsa bir erkektir gönlü ara sıra güzellerden yana kayar. Sık sık karısını ölümlü güzellerle bazen tanrıça veya yarı tanrıçalar ile aldatır, en çokta nymphelerle gönül eğlendirmeyi sever.
Philemon ile Baukis
Aslında bu tam bir aşk hikayesi değildir ama sonuç kısmındaki tema aşk ve sadakati belirttiği için ilginçtir. Zeus ara sıra Hermes ile ölümlüler arasına iner ve kılık değiştirerek bir yabancı gibi onların misafirperverliklerini ve sadakatlerini sınar. Yine böyle bir gezi sırasında Phygia'ya inerler. Hiç kimse kapısını açmaz onlara bu iki ihtiyardan başka . Fakir ama candan bir ikram sunarlar tanrılara Baukis ayaklarını yıkar misafirlerin ve dinlenmelerini sağlar. Philemon da sirke tadında bir şarap sunar misafirlerine bu karşılamadan hoşnuttur, Zeus. İçtikçe şarap eksilmez artar, ihtiyarlar bir tanrı işi olduğunu anlarlar ve misafirlerine daha iyi hizmet edebilmek için kesmek üzere bahçedeki tek kazlarını yakalamaya çalışırlar. Fakat nafile yorgun düşerler ikisi Zeus acır ihtiyarların haline ve onlara dönüp yurdunuza bakın beni hoş karşılamayanlara ne oldu der… Görürler ki kendilerinin kulübesinden başka her yeri su basmış ve tüm evler yok olmuştur. Kulübeleri ise beyaz mermer sütunlu altın saçaklı bir tapınaktır. İhtiyarlar bunca yıl birbirimizi sevdik ve yaşadık ölürken birlikte ölelim ve bu tapınağın bekçileri bizler olalım yaşadıkça” derler. Dilekleri kabul olur ve bekçi kalırlar tapınakta bir gün tapınağın önünde sarılmış otururken birden kök salmaya başlar ayakları, kabuk bağlar bedenleri anlarlar ki ölüm yakındır son bir kez sevgilerini fısıldarlar ve artık ağaç olmuşlardır. Birbiri içine girmiş iki ağaç, Baukis ıhlamur, Philemon meşe olmuştur. İşte böyle ilginçtir. Bu hikayenin sonu.
Pygmalion ile Galateia
İnsanın kendine ve kendi eserine aşkını anlatan ve aşkın taşı canlandıracak kadar yüce olduğunu gösteren bir mitostur. Kadınlardan nefret eden bir heykeltıraş olan Pygmalion bir gün içten gelen bir dürtü ile mi yoksa tanrıların isteği üzeremidir bilinmez kusursuz bir kadın heykeli yapmağa girişir. Defalarca hünerli parmakları ile en mükemmel şekle getirmek için uğraşır heykelle. Sonunda bitirmiştir. Galateia adını verir ona. Bakanlar canlı sanırlar, oda sevmektedir bu fildişi parçasını ve gün geçtikçe daha da bağlanır ama bilir ki sevgisi cansız bir varlık içindir. Aphrodite tapınağına gider ve karşısına Galateia gibi bir kız çıkarması için yalvarır tanrıya. Sonra evine döner. Bir öpücük kondurur dudaklarına Galateia'nın şaşırır, cansız değildir artık ılık bir karşılık gelir, öptükçe de canlanmaya başlar heykel, sonunda dileği gerçekleşmiştir Pygmalionun. Aşkına karşılık bulmuş ve sevdiğine kavuşmuştur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)